Sayfalar

23 Ekim 2009 Cuma

Cesaretten Yolculuğa Karalamalar



adlı, adsız tüm kahramanlara...



Bir gün çıkarsam ertelediğim tüm yolculuklara, bakmam ardımda ne bırakmışım diye. Ne vedalaşırım
dostlarımla, ne mensubu olduğum gizli derneklerden alırım kaydımı, ne telefon numaralarını yazarım bir kenara bırakıp gittiklerimin… Doğum günümde alınan pelüş oyuncakları yük etmem, eski sevgilimin hediye ettiği çiçeklerden kurutup sakladıklarımı götürmeye falan da kalkmam. Hatta gelmesin diye benimle mazinin yangınlarında üzerime sinen tütsüsü, almam yanıma en sevdiğim elbisemi. Şu kemeri ayrılırken taktım, şu maviyi şu arkadaş pek severdi kuruntularını istemem. Aynı renk ojeleri sürmem, iki elim kandayken. Mümkün olsa da sıyırsam tenimi bedenimden, yenilensem soğukkanlı bir şekilde, beğenmediğimiz tüm sürüngenler gibi. Tüm sahte dokunuşları terk etse beyaz tenim böylece. Bu yolculuklara günahkârlar çıkmaz, günahkârlarla karşılaşan azizler ve azizeler çıkar aslında. Günahkârsa da günahkâr bir azizeyim ben, iblislerin kimlik bunalımına denk gelmiş, şaşkın bir azizeyim. Her şeye inanan kalbinden, zenginden alıp fakire veren yürekli tüm kahramanlara âşık bir azizeyim; Robin Hood’dan Deniz Gezmiş’e. Kiliselerde değilim, dört duvar arasında değilim; bavulsuz, ertelediğim yolculuklara çıkmak üzereyim, içimde ve dışımda tüm şehirlerarası, sevdalar arası, vicdanlar arası yolculuklarıma. Yolculuklarımda tanışacağım kahramanlar için vakit doldurmaktayım. Cesaretten yolculuklar cesur yolcular ister, tüm savaşların, devrimlerin cesur kahramanlar istediği gibi. Çünkü ikisinde de ardında bıraktığına bakarsan gidemezsin, yapamazsın. Sana inanları yıkarsın, kendine ihanetini taşırsın omuzlarında hiç yoktan. Korkaklar bir yere gidemez küçümsedikleri yerlerden, sadece küçümserler; ama gidemezler... Bir gün kaldığın yerde ahkâm kesen, mutsuzluğunda boğulmuş, hayallerini kendine itiraf etmekten çekindiğin, doğrularına, inançlarına hain biri olursun en azından “biri” için, yetmez mi?
 
Sokakta bir yüz şimdi anlamlar yüklediğim ifaden,
Sesin hep başkasınındı fark etmiyor bana ismimle hitap etmen.
Yaşanılanların üstüne attığın bu kara kalem damar kesen,
Bastığım dünyam yine oynuyor yerinden.
varamayacaksın istediğin yere hatta
gidemeyeceksin de küçümsediğin yerlerden.
Yıllar sonra belki kalmam zerre kadar aklının kenarında,
Ama çıkıp gelirim belki
lügatindaki tüm günahların dönerek köşesinden.
Sevgili ayıran şarkı, araya giren kara kedi, insanı şaşırtan iblis olurum
Bu kanlı meleklerin kesip biçtikleri dünyalarında.
Senin hatırına da böyle geçerim hiç geçemezsem.
Yanan günahkâr omuzlarımda ayrı günahlar taşırım
Senin hayatını da mahvederim 
                      ve güya sevdiklerin beni katil ilan edip
Asarlarken köşe başlarında, izle düşüşünü başımın
                           üzülme istemem.




 
Bazen korkaklar için savaşırken isyan edesi tutar mı kahramanların? Musa gibi lanetler mi? İster mi çöllere düşsün? 


Hiç inkâr etmiyorum, ettiğim oldu benim. Savaşırken dişimle tırnağımla kan içinde, beni o halimle savaş meydanının ortasında bırakana dolu gözlerle baktığım oldu, lanetlediğim de oldu Musa gibi. Ama yine de savaşırlar. Anlamasalar da, bilmeseler de uğruna neler feda edilen zat-ı muhteremler hatta ihanet etseler de, doğru bildiğinden şaşar mı kahraman? Hani bir memleketin topraklarında yaşanan gerçeklerini kendi şairleriyle ve şairlerinin ateşe atılmasını kendi müziğiyle anlatmaya çalışırken; hatta savaşırken yalnızlaşan o sevgili Say gibi savaşırlar, savaşmaktan kaçıyor diyen tüm umut kaçakçılarına rağmen. Uzun parmakları Varna’dan geçen vapura dokunan Nazım’ın elleri gibi yanar elbette... Yine de dokunur O da Sivas’tan geçen piyanosunun tuşlarına... Kahramanlar savaşmayı bırakmaz, doğruysa bildiğin; kutsalsa sana, inandığın; canı cehenneme ümmetin, canı cehenneme dost bildiğinin, canı cehenneme sevgilinin... 

Işıksız yollarda yürümek gibidir,
Sonunu bilmediğin hikâye...
Ellerimle yazdığım sonları yaşadığım olur,
Kaç savaş daha var yaşanacak bu halimle?
Nereye kadar gider cesetler zaferler için,
ne kadar kovalar ve kuşatır uzak masal ülkelerini,
düşlerin peşinde düşe kalka dizlerimi parçalamaktansa,
gerçeklerimi sulasaydım diye hayıflanmaz mı bir gün,
Bir gençlik kalkıp ötelerden hesap sormaz mı?
Benim iç ülkem yakılıp yıkılırken,
masallarda ülkeler barış içinde “o kralların” olur hep,
Bu yüzden -savaşarak ölmek- yaşanacaklarımın başına ayet!
Diyorlar ki “Vazgeç,
Şehirler özlemekle yetinir; ama istemekten aciz,
Beklemiyor aşk ve hürriyetin gelişini
Masallarda tüm şehir sürgün kalmaya hükümlü,
İnsanlar aptallar kadar mutlu, sıçanlar kadar ürkek.”
Bu mu Hürriyeti ve Aşkı hak etmemek?

Hak etmeseler de kahramanlar savaşır, çünkü kahraman zaten bu yüzden kahramandır ya. Ne geride bıraktığını, ne hak etmeyenler için göze aldığını düşünür. Onca zaferden sonra Waterloo’da yenilmiş Napolyon gibi sürülsek de, pişman olmamak... “Uyarına gelirse tepemde bir de çınar olursa, taş maş da istemez hani” diyebilecek kadar Hikmet’li olabilmek... Ne büyük erdem! Rakı masalarında memleket kurtaranlardan, ‘emir büyük erden’cilerden, geçti bizden sevdalık edebiyatı yapanlardan çektik ne çektiysek... Ömür dediğin senin tarihin, tarih dediğin dünyanın ömrü... Yargılamaz mı bir gün ömrümüz de bizi, tarih gibi! Sıçanlar gibi yaşamış anne baba, sevmekten korkmuş sevgili, öğretmeninden korkan öğrenci, duvardan tuğla çekmeyen siyasetçi demezler mi ardımızdan? Yeminleştim kendimle ömrümün kahramanı olmak için... Kendi hikâyemde bir daha bir korkağa figüranlıktan başka rol falan da vermeyeceğim! Mutlu değil belki ama en azından doğru, başı dik tüm davalar, tecrübeler, sonlar cesaretten sonuna kadar nasiplenmişlerdir. Mutlu olmasa da sonlar, dilden dile dolaşmaya, söylenmeye, adına konuşulmayı sonuna kadar -yalnız onlar- hak etmişlerdir.

Yaşanan cesarettense; kalem mecburen arsız ama
Mutlu son yazmakta inatlaşan yazara,
son tavsiyem
“bırak eksik kalsın hikâye, kahramanlar korkaksa”.

İlhamlar:
Livaneli, Zülfü; Sevdalım Hayat; fon müziği
Cesurlar, daimi ilham kaynağım
Korkaklar, 2 senedir incelediğim ve labirentinde bıraktığım bir fare (deneysel çalışma)

1 yorum: