Sayfalar

17 Kasım 2009 Salı

Öldürmeyen O Ünlü Acının Sakat Bıraktıklarına...







 














Şimdi öldürmeyen bir acı daha güçlendirdi mi beni?
Ne farkeder arık ben eski ben değilim,
Olsa olsa bu ben,
İki roman arasında asılı Virginia,
Karşımda Ouse ırmağı;
Doğuruyorum ayakta...


Öldürmeyen tüm acılar güçlendirirmiş bizi. Dişlerimiz daha sivri şimdi, tırnaklarımız daha uzun ölümüne savaşmak için: Kendi kanımızı başkalarının kılıçlarında gördüğümüzden beri yeminliyiz çünkü. Kimse bizi yenemeyecek, üzemeyecek. Saflığa yer yok, güvenmek aptalların işi! Aptallar yaşayarak öğrenir! İnsanlık kavminin çoktan kirlendiğine şahittir tüm bu tecrübeler ve biz aptallar, bunu kabullenmek istemeyen romantikler olarak çoktan tarihe geçmişizdir. Bu sürüp giden ya bir ten uyuşmazlığıysa yaşamla aramızda? Yaşam, Marilyn Monroe’da durduğu kadar ağır duramaz mı üzerimde? Dünya dar gelemez mi, zaman iki numara bol? Aşk kıtlığı yaşanamaz mı, hissizlik vebası?
Tecrübeler güçlendirirken barbarlaştırmaz mı?
Öyleyse,
Ey barbar kavimler, alsanıza beni de şimdi aranıza!

Bekar Evlerine Misafirlikler














 

I.

Henüz “yazılacak en güzel şiirler” sözüm var en güzel evlerimde... Lakin öyle huzurlu vakitlerde ve mekânlarda büyülü sözcükleri doğuramadım henüz, doğuramazdım belki de. Gittikçe vahşileşen sokaklarda Rıfat Ilgaz’ın acı patlıcanı olduk ve olmalıydık da şiddetle kimi zaman; kimi zaman saksıda sardunyasıydık anne babalarımızın, kırılgan. Güzel yaşlarımda, artık yalnız başıma yaşadığım şehirler var hayatımda terketmek zorunda olduğum. Tüm yaşadığım şehirlere ve evlere bir parçamı bırakıyorum, dönüş yollarını kolay bulmak için ayın yol gösterdiği gecelerde. İnsan kendinden parçalar bırakmayı çok görmemeli manasından sual olunmayacak kutsal yerlere. Kutsamalı insan yaşadığı cehennemleri, cenneti biraz kendine benzetmeli, tutup Can Yücel’le şarap içmeli mesela, zamanı çekip almalı mekândan. Yaşadığımın alameti beni bilmenizdir yattığım yastığın kokusundan, mırıldandığım şarkıların duvarlardaki yankısı; kapatmayı unuttuğum çapkın perdenin önünde soyunmuş olmamdan korkmamdır. Yatılı bir huydur istisnasız her sabah yatak toplamak ve bir kahveyi geceyle paylaşarak yazmak. Duvarlar, hissetmeyi sökmüş tüm güzel çocukların edebiyat yerleşkesidir.


Van Gogh’un Odası
Bırak dağınık kalsın hayat,
İskemlede uyuyan kedidir artık düş,
Aşk bir mum alevinin üzerindeki elin dayanıklılığı,
“Sarı Ev”lerde uyudum, sevdim, delirdim kendime,
içimde büyürken terkedilen bir ‘yıldızlı tımarhane’.
fahişelere uzatılan mendillerdeki sol kulağınla işit beni!
zifiriliğine kulak asmadan ruhların, kulak mı kalmış asılacak deme
hüzünlü sarısından gözlerinin, tuyon sarısı, çiz
yeniden beni de!




23 Ekim 2009 Cuma

Eksik Hikayeler




 












Aferin sana...
Kim ne kadar az harcadıysa aşktan,
O kazanacakmış bu oyunda...
Türetsen razıydım...
Tüketsen de razı...
Gitmene de bu yüzden razıyım...
Karala şimdi ağlayan suretimi,
Yarala....

Derinimi hançerledin,
Aşk lisanımın sözcükleri kayıp...
Güv-(b)en,
Sev-(ve)-da
Ay-(ır)-ılık....

Nerdeysem gel al beni...
Yetti.
Anladın mı?
Yetti.

Cesaretten Yolculuğa Karalamalar



adlı, adsız tüm kahramanlara...



Bir gün çıkarsam ertelediğim tüm yolculuklara, bakmam ardımda ne bırakmışım diye. Ne vedalaşırım
dostlarımla, ne mensubu olduğum gizli derneklerden alırım kaydımı, ne telefon numaralarını yazarım bir kenara bırakıp gittiklerimin… Doğum günümde alınan pelüş oyuncakları yük etmem, eski sevgilimin hediye ettiği çiçeklerden kurutup sakladıklarımı götürmeye falan da kalkmam. Hatta gelmesin diye benimle mazinin yangınlarında üzerime sinen tütsüsü, almam yanıma en sevdiğim elbisemi. Şu kemeri ayrılırken taktım, şu maviyi şu arkadaş pek severdi kuruntularını istemem. Aynı renk ojeleri sürmem, iki elim kandayken. Mümkün olsa da sıyırsam tenimi bedenimden, yenilensem soğukkanlı bir şekilde, beğenmediğimiz tüm sürüngenler gibi. Tüm sahte dokunuşları terk etse beyaz tenim böylece. Bu yolculuklara günahkârlar çıkmaz, günahkârlarla karşılaşan azizler ve azizeler çıkar aslında. Günahkârsa da günahkâr bir azizeyim ben, iblislerin kimlik bunalımına denk gelmiş, şaşkın bir azizeyim. Her şeye inanan kalbinden, zenginden alıp fakire veren yürekli tüm kahramanlara âşık bir azizeyim; Robin Hood’dan Deniz Gezmiş’e. Kiliselerde değilim, dört duvar arasında değilim; bavulsuz, ertelediğim yolculuklara çıkmak üzereyim, içimde ve dışımda tüm şehirlerarası, sevdalar arası, vicdanlar arası yolculuklarıma. Yolculuklarımda tanışacağım kahramanlar için vakit doldurmaktayım. Cesaretten yolculuklar cesur yolcular ister, tüm savaşların, devrimlerin cesur kahramanlar istediği gibi. Çünkü ikisinde de ardında bıraktığına bakarsan gidemezsin, yapamazsın. Sana inanları yıkarsın, kendine ihanetini taşırsın omuzlarında hiç yoktan. Korkaklar bir yere gidemez küçümsedikleri yerlerden, sadece küçümserler; ama gidemezler... Bir gün kaldığın yerde ahkâm kesen, mutsuzluğunda boğulmuş, hayallerini kendine itiraf etmekten çekindiğin, doğrularına, inançlarına hain biri olursun en azından “biri” için, yetmez mi?
 
Sokakta bir yüz şimdi anlamlar yüklediğim ifaden,
Sesin hep başkasınındı fark etmiyor bana ismimle hitap etmen.
Yaşanılanların üstüne attığın bu kara kalem damar kesen,
Bastığım dünyam yine oynuyor yerinden.
varamayacaksın istediğin yere hatta
gidemeyeceksin de küçümsediğin yerlerden.
Yıllar sonra belki kalmam zerre kadar aklının kenarında,
Ama çıkıp gelirim belki
lügatindaki tüm günahların dönerek köşesinden.
Sevgili ayıran şarkı, araya giren kara kedi, insanı şaşırtan iblis olurum
Bu kanlı meleklerin kesip biçtikleri dünyalarında.
Senin hatırına da böyle geçerim hiç geçemezsem.
Yanan günahkâr omuzlarımda ayrı günahlar taşırım
Senin hayatını da mahvederim 
                      ve güya sevdiklerin beni katil ilan edip
Asarlarken köşe başlarında, izle düşüşünü başımın
                           üzülme istemem.




 
Bazen korkaklar için savaşırken isyan edesi tutar mı kahramanların? Musa gibi lanetler mi? İster mi çöllere düşsün?