Sayfalar

17 Kasım 2009 Salı

Bekar Evlerine Misafirlikler














 

I.

Henüz “yazılacak en güzel şiirler” sözüm var en güzel evlerimde... Lakin öyle huzurlu vakitlerde ve mekânlarda büyülü sözcükleri doğuramadım henüz, doğuramazdım belki de. Gittikçe vahşileşen sokaklarda Rıfat Ilgaz’ın acı patlıcanı olduk ve olmalıydık da şiddetle kimi zaman; kimi zaman saksıda sardunyasıydık anne babalarımızın, kırılgan. Güzel yaşlarımda, artık yalnız başıma yaşadığım şehirler var hayatımda terketmek zorunda olduğum. Tüm yaşadığım şehirlere ve evlere bir parçamı bırakıyorum, dönüş yollarını kolay bulmak için ayın yol gösterdiği gecelerde. İnsan kendinden parçalar bırakmayı çok görmemeli manasından sual olunmayacak kutsal yerlere. Kutsamalı insan yaşadığı cehennemleri, cenneti biraz kendine benzetmeli, tutup Can Yücel’le şarap içmeli mesela, zamanı çekip almalı mekândan. Yaşadığımın alameti beni bilmenizdir yattığım yastığın kokusundan, mırıldandığım şarkıların duvarlardaki yankısı; kapatmayı unuttuğum çapkın perdenin önünde soyunmuş olmamdan korkmamdır. Yatılı bir huydur istisnasız her sabah yatak toplamak ve bir kahveyi geceyle paylaşarak yazmak. Duvarlar, hissetmeyi sökmüş tüm güzel çocukların edebiyat yerleşkesidir.


Van Gogh’un Odası
Bırak dağınık kalsın hayat,
İskemlede uyuyan kedidir artık düş,
Aşk bir mum alevinin üzerindeki elin dayanıklılığı,
“Sarı Ev”lerde uyudum, sevdim, delirdim kendime,
içimde büyürken terkedilen bir ‘yıldızlı tımarhane’.
fahişelere uzatılan mendillerdeki sol kulağınla işit beni!
zifiriliğine kulak asmadan ruhların, kulak mı kalmış asılacak deme
hüzünlü sarısından gözlerinin, tuyon sarısı, çiz
yeniden beni de!





II.

Demir ranza, gövde düşmanı rutubet, ince hastalıklı ciğer, dört duvara aşağı yukarı gelip giderken şiirler haykıran şairler... Şairler dolusu, güneşler dolusu, suçsuzlar dolusu, gençler dolusu mahpushaneler... Gökyüzünün en mavisini anlatmayı bilenler, mahrumiyetinde yaşamak zorunda bırakılabilirler, sırf gökyüzünün ve yeryüzünün en güzel halini anlatacakları için güzel günler görmeyi bekleyen umutlu çocuklara.
Bir ülkenin en doğusundan sürülen yoksul yaşamların gurbetlerde daha bir acılaşması... Tutunurken hayata avuçlarını parçalamak zorundadır bazıları. İki elleri bu yüzden kirli, hatta kanlı olabilir, ammavelakin onların başka gruplardaki kanı bizzat bizim ellerimizden de damlamaktadır. Bir asır önce terkedilen yaşlı evlerde tamamen başka seslerde söylenir umut türküleri akşamları, emeklerin sonuna kadar sömürüldüğü günlerin bitiminde. Acımasızlığın tüm renklerin soldurduğunu görmek istemeyeceğiz çoğu gibi, bu kadar da körüz! Onlar renklerini yitirirken biz geçici körleriyiz renkli dünyaların. Adı “hayat” konulan bu orman yasalarını, “böyle gelmiş, böyle gider” lerle sürdürmenin vicdan azabıyla (hatta ondan da yoksun!) koruyan, sürdüren neferler olacağız. Ünlü sevdaların neferleri olmaya kalkanların başına gelenlere oturup ağlarız her zamanki gibi. Zavallılık bildiğin, düpedüz, çıplak...
Tuzla’daki martılar kadar zavallıyız, bakmaktan öteye gidemediğimizden kanat geremediklerize, kolumuzun kanadımızın kırıldıklarına... Martılara özrü borç bilirim, onlar en azından çığlık atmakta o kadar gecikmemişlerdir.

Banliyöde Ev Arkadaşlığı
Haydutlar da öyle çalıyor ki,
kemandan bir asır düşüyor sanki çağa.
Hesapta ağlamak yok ama
serserisinde dursak da insanlığın,
içimiz dışımız yoksulluk taksimi,
bazıları Galata’dan taksim edilmiştir, bazıları Kadifekale’den
bu hayata.
Ağlıyor işte düpedüz insan, müziğin durduğu anda.

Paylaştığın tuvalettir bazen temizlik,
değerler ortalığa saçılmıştır,
ve yığılmıştır kirli bulaşıklar gibi umutlar...
hatta umutludur onların posterleri futbolculardan da fazla.
Elini eteğini çekmiş insanlık,
her yerde arka sokaklardan, dahi Fransa’da...

Utanmıyoruz ne gece ne gündüz,
Tuzla tershanesinde ıslıkla çalınan türküdür umut,
susturulan...
gemilerin sireni ondan acı, dahi Atlas okyanusunda.
Bir Pit Bull gözünden artık dünya
Tüm rüyalar dahi siyah beyaz...

























III.
Yorgun argın geliyorum eve bir akşamüstü, yarım kalan şiirlerin hazin sonlarına benzetirken nice hikâyemi. Çıkarıp asıyorum güleryüzümü, tüm panayırlarımı vestiyere; izlemeye koyuluyorum matemini çocukluğumun. Çocuksu sevmeleriyle başbaşa bıraktığım bir kız çocuğunun elinden tutup vahşi sokakları gösteriyorum, yürek götürmez zalimliğinden ürküyorum koca adamların. Ah ne çok tokatladım seni, ne çok bağırdım haksız yere, o sokaklardan, o adamlardan uzak durman için. Şimdi sana sesleniyorum aynalardan, hakiki yanım, paramparçayken bile güzelliğinden sual olunmaz gençliğim: “Affet beni!”
Evlerinin önünden bahaneyle geçen âşıklar gibi geçiyorum pişmanlığın sokağında oturan bana benzer yaralı hanımefendilerin evlerinin önlerinden. Bir ihtimal, içlerinden biri avuçlarımda nefes alan mazinin tüm kahve fallarında tedavülden kaldırıldığını müjdeler diye. Bundan böyle “Sevda Sözleri”ni o küçücük ağzına dolduran bir Cemal stiyorum; öyle öpsün içimdeki tüm dilsizleri. Kırık dökük aşkların sahipsizliğinden sancılı bir yanım; bir yanım ferah evlere sığmayan ihanetlere uğrayan yüzsüzce yaşayanlardan olmadığımdan razı. Duvarlar bile sadece hak eden aşklara şahit... Ferah evlerin sahnelerinde, yabancı iki gölge oyuncusu olmaktansa badanasız odaların paramparça aş(ı)kları, hatta paramparça köpekleri olurum, hiç olamazsam.

30. ev, Kadın ve Cemal Süreya

Ah hiçbir yüzük Zeus’u bile aşktan alıkoyamaz aptal Hera!
Dört evlilik taşınmış,
yirmi dokuz evinden;
Lakin çıkmadı henüz karşımıza
“kadınlar, tanrım
oyle sevdim ki onlari,
gelecek sefer
dunyaya kadin olarak gelirsem eşcinsel olurum”* diyen senden başka.

Otuzuncu evinde randevulaştık seninle tüm âşık kadınlar...
Onca muhabbettimizden sonra satırlarımı okuyan, o kadar içimi döktüğüm bekâr ruhlu evine misafir olabilsem diyorum çat kapı...
Hiçbir hüzünbaz bir “Küçük İskender” açmadan oturmaz yalnızlığa mesela,
hani rakının anason kaybı, fasıldan uzaklığında.
Çıkarın Balkan’ı Kusturica’dan ne kaldıysa o denli yoksulluk yani.
Olmak istiyorum boğazdan geçmeyen hani o ünlü lokma!
bu yüzden koyuyorum ya ortaya gecelerimi,
uslanmaz kumarbazlığımla.
Anlayın işte,
öyle sinsice dağılmak istiyorum odanıza...


İlhamlar:
Ünlüyol, Emre; fotoğraflar,Tilkilik Bekar Evi I&II,
“Güzel fotoğraflarını satırlarımla buluşturduğun için ayrıca teşekkürler.”
Süreya, Cemal; Sevda Sözleri
Caribbean Jazz Project, Café Espana,
Taraf de Haidouks,  Balada Conducatoroli


Duygu karataŞ
03.03.2008 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder